ANA SAYFA







"Eleman alıyoruz iki gün sonra çekip gidiyor. Adam tutamıyoruz bir türlü..." Bu tür serzenişleri sık sık duyuyoruz. Yeni bir eleman istihdam ettiğinizde ilk bir kaç ay kritik bir süreçtir. Bu süreçte çalışan da işveren de birbirini tanımaya çalışır. İşveren çalışanı mercek alına alırken çalışan da görevini başarıyla yapmak ve kendini ispat etmek için azami gayret sarfeder. Peki bu süreçte yanlış giden şey nedir? Ne oluyor da bir umutla aldığınız adam "Kusura bakmayın" deyip çekip gidiyor ve siz o zorlu ve masraflı eleman arama sürecine tekrar başlıyorsunuz.
Uzun süre beş parasız gezmiştim Londra sokaklarında. Abimden aldığım son 5 paundu da harcadığım zaman "Artık bir iş bulmanın zamanı geldi" dedim kendi kendime. Lüks yaşantım da yoktu ama hayat gerçekten pahalıydı. Hele bir öğrenci için. Akşamları Türklerin buluştuğu kafelere takılır havadan sudan sohbetler yapardım. Zaten Türklerin İngiltere'ye gelip de İngilizce öğrenmeyi becerememesinin baş sebebidir bu kahvehaneler.
Stajyer muhabir olduğum dönemlerde amirlerimi etkilemek için yapmadığım canbazlık kalmadı. Her işe koşturur, gece gündüz çalışırdım. Muhabir haberi bulan kişidir, bu yüzden öyle kös kös oturamazsınız. Zaten oturmak isteseniz de bu oturuşunuz uzun süreli olmaz. O dönemler İngilizce bilmenin de avantajıyla "etkili" röportajlar yapıp arkadaşlarımın arasından sivrilmek istiyordum. Aldım elime kağıt kalemi başta ABD başkanı olmak üzere ne kadar batılı devlet başkanı varsa hepsine görüşmek istediğimi belirten mektuplar yazdım.
New York City'de aralık ayında soğuk bir günde, 10 yaşlarında bir erkek çocuk, çıplak ayaklarıyla, bir ayakkabı mağazasının önünde durmuş, vitrinden içeriye dikkatle bakıyor, bir yandan da soğuktan titriyordu. Bir kadın, çocuğa yaklaştı ve "Yavrum, neden öyle kendini kaptırmış vitrine bakıyorsun?" dedi. Oğlan, "Bana bir çift ayakkabı vermesi için Tanrı'ya dua ediyordum," diye yanıt verdi. Kadın, çocuğun elinden tuttu, mağazaya girdi ve görevliye çocuk için 6 çift çorap getirmesini söyledi. Daha sonra, kendisine bir kova su ve bir havlu verip veremeyeceğini sordu.
Tarih boyunca bilimadamları inançları doğrultusunda bir takım varsayımlar ortaya atıp daha sonra da onların doğruluğunu kanıtlamaya çalışmışlar. Başlangıç aşamasındaki hedeflerine ulaşan bilimadamı çok azdır. Yani Bay ve Bayan Curie aslında radonu bulmak için yola çıkmamışlardı aslında. Bugün hayatlarımızı kolaylaştıran pek çok buluş aslında bilimadamlarının yaşam serüvenlerinde tesadüfen ortaya çıkmıştır.
Tarih kitapları okumaya bayılıyorum. Alman veya İskandinavların değil ama İngilizlerinki acayip ilgimi çekiyor. Çok ilginç insanlar. Neden mi? 1500'lü yıllarda bakın İngiltere'de işler nasıl yürüyordu. Banyolar, içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği, temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra, oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler, aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada, su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizcedeki "Banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın" (Don't throw the baby out with the bath water) deyimi, buradan gelmektedir.
Muzip öğrencilerden birisi dersin sonunda geriye doğru yaslanıp iç çekerek, "Hocam, iletişim, ikna, manipülasyon hepsi iyi güzel de biz, esas kızlarla nasıl arkadaşlık kuracağız onu anlatsanız." dedi. Sınıfta gülüşmeler oldu doğal olarak. Öğrencinin isminin "Kemal" olduğunu söyleyip onu mahçup etmek istemem tabi.
Milano'da, 1480'li yıllarda hükümdarın çocukluk döneminde naiblik yaparak devleti onun adına yönetmekte olan Ludovico Sforza'ya, bir gün tanımadığı bir kişiden bir mektup geldi. Dünyanın belki de en ilginç "iş başvurusu" denilebilecek bu mektubu gönderen kişi, neler yapabileceğini sıralıyor ve bunları kanıtlayabilmesi için kendisine olanak sağlanmasını istiyordu. Sıradan bir devlet yöneticisinin "ciddiyetten uzak" diyerek belki de yırtıp atacağı bu mektubu Ludovico Sforza, sonuna değin sabırla ve hatta büyük bir dikkatle okudu.
Bazen hayatımda geriye dönüp bakarım. Şu ana kadar sayısını hatırlamadığım kadar çok insan kaynakları müdürüyle görüşmeler yapmışım, onlarca iş görüşmesine de gözlemci olarak katıldım. Şahsi kanatimi sorarsanız günümüzün İK müdürlerinin önemli bir bölümü iş görüşmelerinde, "hangi soruların hangi amaçla sorulduğunu ve alınacak cevapların nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusunda" yeteri kadar bilgili değil. Daha ziyade iç güdüleriyle hareket ediyorlar gibi geliyor bana.
Bir şirkette en zor doldurulan pozisyonlardan bir tanesi pazarlama ve satış müdürlüğüdür. Şirketler için kritik olan bu pozisyona uygun olmayan özellikte birisinin seçilmesi durumunda bunun sonuçları direkt olarak şirketin gelirlerine yansıyacaktır ve şirketler bunu asla tolere edemez.
Eskiden, iş dünyası çok daha basitti. İş arkadaşlarıyla bugünkü kadar içli dışlı olmak zorunda kalmıyordunuz. Sistem basit bir şekilde işler, herkes kendi dünyasında mutlu olabilirdi. Zaman değişti artık. Bilgi teknolojilerindeki gelişme internet, iletişimin baş döndürücü bir şekilde gelişmesi tüketicinin taleplerini çeşitlendirdi. İş dünyası bu yeni ve çok daha fazla sofistike talepleri karşılayabilmek için çalışanların beden güçlerinden ziyade beyinlerine, becerilerine ve birlikte çalışabilme yeteneklerine ihtiyaç duyuyor. Modern iş dünyası eskiden olduğu gibi "one man show"a yani yıldız oyunculara değil yıldız takımlara yani "teamwork"e şiddetle ihtiyaç duyuyor.
40'ın üzerine çıkmışsanız ve hatta yaş 50'ye dayanmışsa iş aramak gerçekten bir kabusa dönüşebilir. Özellikle iyi bir eğitim almış ve derin bir iş deneyimine sahipseniz iş bulmak biraz daha zor. Herkes deneyimli elemanla çalışmak ister ama sizinle iş görüşmesi yapan kişinin neredeyse yaşı kadar bir deneyime sahipseniz sorunlar başlar. Öncelikle çocuğunuz yaşındaki iş arkadaşlarınızla gerçekten iyi bir ekip çalışması yapabilecek misiniz veya deneyim, bilgi ve beceriniz yönetim kademesindekiler için bir tehdit olarak algılanabilir mi?
Bu sıralar iş görüşmelerinde uygulanan psikometrik testler üzerinde çalışıyorum. Hemen söyleyeyim 'www.isguc.org'ta Uzman Psikolog Tarık Solmuş'un bu konuda harika bir makalesi var. Okumanızı şiddetle tavsiye edirim. Türkiye'de sıklıkla kullanılan 4 ayrı testi detaylı bir şekilde inceleyen Solmuş, her bir testin farklı ve üstün yönlerini ortaya koymuş.
Dünya Bankası'nın "İşte Cinsiyet" raporuna bir göz attım. Kadınların işgücüne katılımı ve işteki durumlarıyla ilgili çarpıcı tespitler var. Son yirmi yılda dünyada 15-64 yaş grubundaki kadınların işgücüne katılımları yüzde 57'den yüzde 55'e gerilemiş. Üstelik, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerinde bu oran yüzde 25'lere kadar düşüyor. Ayrıca, dünya genelinde kadınların yarısından daha azı bir işe sahip. Her beş erkekten dördünün bir işi varken kadınların 5'te 1.5-2 civarında.
Geçtiğimiz günlerde yine mesaj kutumu incelerken bu defa da işinden yeni kovulmuş bir bankacının mesajıyla karşılaştım. Sağolsun, hiç üşenmemiş ve eski işyerini şikayet etmek amacıyla 4 sayfa uzunluğunda bir mektup yazmış. Mektubu okuyunca üzüldüğümü söylesem yalan olur, hatta bankacıya değil de onu kovan müdüre hak veresim geldi.
 1 

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam17
Toplam Ziyaret239447