ANA SAYFA







Küreselleşme ve bilgi teknolojilerinde yaşanan baş döndürücü değişim hayatımızı her yönüyle etkiliyor. İş yapış kültürümüz de değişiyor. Geleneksel yöntemlerin artık geçerliliğini yitirdiğini görüyoruz. Ne üretirsek üretelim dünyanın bir yerinde bizden çok daha ucuza üretip satabilecek rakiplerimiz var artık. Ürünümüzü farklılaştırmaktan başka çaremiz kalmadı gibi görünüyor.
Derler ki, bir İngilizi sinir etmek istersen yanına git, sanki 40 yıllık dostunmuş gibi muhabbet et, samimi olmaya çalış. Yok eğer bir Amerikalıyı sinir etmek istiyorsan, yanında öylece put gibi dur. Tek kelime etme. Mesela Amerika Başkanı Barack Obama'nın Türkiye ziyaretini hatırlayın. Ne kadar içten samimiydi değil mi? Bir anda Irak'ta dökülen kanları, Afganistan ve Ortadoğu'yu unutuverdik. Karizmasıyla bizleri büyüledi. Sanki her yaz tatilini Türkiye'de geçiriyormuş gibi geldi ülkemize......
40'ın üzerine çıkmışsanız ve hatta yaş 50'ye dayanmışsa iş aramak gerçekten bir kabusa dönüşebilir. Özellikle iyi bir eğitim almış ve derin bir iş deneyimine sahipseniz iş bulmak biraz daha zor. Herkes deneyimli elemanla çalışmak ister ama sizinle iş görüşmesi yapan kişinin neredeyse yaşı kadar bir deneyime sahipseniz sorunlar başlar. Öncelikle çocuğunuz yaşındaki iş arkadaşlarınızla gerçekten iyi bir ekip çalışması yapabilecek misiniz veya deneyim, bilgi ve beceriniz yönetim kademesindekiler için bir tehdit olarak algılanabilir mi?
Jack Nicholson, en karizmatik bulduğum oyuncuların başında gelir. Bu kısa boylu, kel adamın filmografisine baktığınızda pek çok başarılı filme imza attığını görürsünüz. 90'lı yıllarda yaptığı "A few good men" yani "Bir Kaç İyi Adam" ve "Jimmy Hoffa" filmleri bence oyunculuk yeteneğinin zirveleriydi. Danny De Vito'nun yönetmenliğini yaptığı Hoffa, 1993'te de Berlin'de Altın Ayı ödülü almıştı.
2000 yılında 73 olan üniversite ve diğer yükseköğretim kurumu sayısı, özellikle son yıllardaki patlama ile 186'ya ulaştı. Üniversitesi olmayan il neredeyse kalmadı. Peki, üniversite sayısındaki bu artış beraberinde neyi getirdi? 2000 yılında üniversite mezunu işsiz sayısının genel toplam içindeki oranı yüzde 9,5 iken bu oran 2011'de yüzde 18'e ulaşarak neredeyse ikiye katlandı. Toplam işgücünün yüzde 15.8 artışla 26.4 milyona çıktığı 2000-2011 döneminde üniversiteli işgücü yüzde 120 artışla 4.5 milyona ulaştı ve üniversite diplomalı işsiz sayısı ise yüzde 227 artışla 500 bine yaklaştı.
Amerikalı suç psikoloğu Philip Zimbardo'nun 1969 yılında yaptığı bir deney var. Bu deneyde Zimbardo, suç oranının yüksek olduğu, yoksul Bronx ve daha yüksek yaşam standardına sahip Palo Alto bölgelerine birer 1959 model Oldsmobile bırakır. Araçların plakası yoktu, kaputları aralıktı. Ve olup bitenleri gizli kamerayla izledi. Bronx'taki otomobil üç gün içinde baştan aşağıya yağmalandı. Diğerine ise bir hafta boyunca kimse dokunmadı. Ardından Zimbardo ile iki öğrencisi 'sağ kalan' otomobilin yanına gidip çekiçle kelebek camını kırdı. Daha ilk darbe indirilmişti ki çevredeki insanlar (zengin beyazlar da) olaya dahil oldu. Birkaç dakika sonra o otomobil de kullanılmaz hale gelmişti.
Özel bir dersanenin halkla ilişkiler müdürü arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Sohbetin ortasında benimle tanışmak isteyen bir rehberlik hocası geldi. Hal hatır sorduktan sonra aslında ne kadar zor iş yaptıklarını anlatmaya başladı. "Biliyor musunuz" dedi. "Daha geçenlerde bir öğrencim geldi yat kaptanı olmak istiyormuş. Zor bela onu makine mühendisliği yazmaya ikna ettim. Görüyor musunuz..."
Genelde iki tip çalışan vardır. Düşük veya yüksek profili olanlar. Yüksek profilini olanlar çok çalışırlar, sürekli proje geliştirir veya önerilerde bulunur ve hep patronun yakınında bulunurlar. Başarılı olsalar da olmasalar da sürekli orta yerdedirler. Düşük profilliler ise sürekli sutre gerisindedirler. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, bu kadar paraya bu kadar iş" gibi düşünceleri kendilerine şiar edinmişlerdir. Ortalıkta görünmez, patrondan köşe bucak kaçar ve gelen her işe angarya gözüyle bakıp ayak diretirler. Asla gönüllü olmazlar.
İlköğretim yıllarımda bilgiye ulaşmak zordu. Ya ders kitaplarını yalayıp yutacaktınız ya da öğretmenin söylediklerini harfi harfine not alacaktınız. O da yeterli gelmezse en fazla, kütüphaneye gidip sıraya girerek işinize yarayacak bir kitabın olması ve başkası tarafından alınmamış olması için dua edecektiniz. Bilgilerin paylaşıldığı seminerler, paneller çok sık olmaz, olduğunda da yer bulmakta zorluk çekerdiniz. 90'lı yılların sonlarında bilgi teknolojilerinde yaşanan devrim, internetin sınırsız dünyası bilgiye olan açlığımızı fazlasıyla giderdi.
Zamanımızın büyük bir çoğunluğu karar vermekle geçer. Otobüse mi bineyim yoksa vapura mı, öğle yemeğinde ne yemeliyim, arabamı nereye park edeyim? Sürekli kararlar verir dururuz. Bunların içinde ortaya çıkacak sonuçlar açısından farklılıklar vardır. Mesela öğlen kebap mı yoksa sulu bir yemek mi yiyeceğinize karar vermekle işten ayrılıp ayrılmamaya karar vermek farklıdır.
Tıpkı kan grubumuz veya parmak izlerimiz gibi herkesin kendine özgü bir öğrenme stili yani şekli vardır. "Öğrenme stilleri" kavramı ilk kez 1960'lı yıllarda ABD'de tartışılmaya başlandı. Bu kavramı ortaya ilk atan da St. John's Üniversitesi Eğitim Yönetimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Rita Dunn oldu.
Uzmanlar "ego"yu benlik duygusu olarak tarif ederler. Ego insanda doğduğu andan itibaren bulunur, ancak yıllar içinde gelişerek katılaşır ve bir şekle oturur. Bebeklikte adeta havada esintiyle uçuşan ince ipeksi bir kumaş gibi olan ego, yıllar ilerledikçe kalın ve ağır bir zırh gibi bedenimizi sarar ve mezara kadar bizimle gelir.
Bana göre gazeteciliğin en güzel tarafı her gün yeni insanlarla tanışma fırsatı bulmaktır. Sadece haber kaynaklarıyla değil okuyucularla da tanışıp sıcak ilişkiler kurmak bizlere çok şey kazandırıyor. Her mektuptan, her mesajdan yeni birşeyler öğreniyoruz. Bu hafta sizlere okurlarımızla aramızda geçen bazı yazışmalardan örnekler vermek istiyorum.
Bir insan kaynakları sitesinin yapmış olduğu kamuoyu araştırmasına göre ülkemizde çalışanların yüzde 58'i yaptığı işte yeteneklerini kullanamadığını yüzde 67'si ise mesleğini değiştirmek istediğini söylüyor. Ben bu sonuçları biraz iyimser buluyorum. Bana göre bu oranlar çok daha yüksek. Çevrenize şöyle bir bakın, güleryüz ve mutlu bir şekilde, ayağına sürümeden, işe giden kaç kişi var?
Bilim evreni daha iyi anlamak ve hayatımızı kolaylaştırmak için yapılır değil mi? Bilimin adresi de üniversiteler. TC vatandaşı olarak on yıllardır onbinlerce profesöre akademisyene maaş ödüyor, kampus duvarları arkasında korunaklı bir yaşam sağlıyoruz peki verdiklerimizin karşılığını alabiliyor muyuz? Yani bir Türk bilimadamının hayatımızı kolaşlaştıran bir icadı aklınıza geliyor mu? Yayın yapmış olmak hayatımızı kolaylaştırıyor mu? Üniversiteler yüksek liseye döndü, kimsenin umrunda mı? Hükümeti eleştiriyoruz, orduyu eleştiriyoruz, herkesi ve her şeyi eleştiriyoruz da üniversite hocalarını niye kimse eleştirmiyor?
 3 

Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam23
Toplam Ziyaret225413